25 Ocak 2012 Çarşamba

elbet bir gün buluşacaksınız...

70'lerin başında 24 yaşında, 4 çocuğuyla okuma yazma bilmeyen ve hiç bir desteği olmayan bir kadın ne yapabilir?

a)baba evine döner,
b)çocuklarını isteyenlere evlatlık verir,
c)yeniden evlenir,
d)hiçbiri.


hiçbiri.


   Canından çok sevdiği kocası yoktu artık. Biri 9, biri 6, biri 3 ve diğeri daha 3 aylık olan çocuklarıyla yapayalnız kaldı. Okuma yazma bilmezdi. Kimse ona okumak ister misin ya da okula git demedi. Bir sanatı, bir zanaatı da yoktu.


 Günlerce ağladı, yakındı, isyan etti. Çocuklarını sahiplenmek isteyenler oldu, kıyıp veremedi. Nasıl versin ki?
Hep kapkara zeytin gibi bir kızı olsun isteyen kocasının kucağına, ölmeden üç ay önce verebilmişti 'esmer' i.


 'Esmer' çok çok çok küçüktü, 'hayat' zordu...


 4 çocuk ezilmemeliydi. Babalarını özleyebilirlerdi pek tabi ama ihtiyaç duymamaları gerekirdi.


 Gecesini gündüzüne kattı, geceleri danteller işledi gündüzleri başka işlerde çalıştı.Öyle çalışkandı ki, görende hayranlık uyandırır 'osmanlı kadını' titr ine pek yakışırdı.


 Onun mücadelesi görene parmak ısırttırdı. Bir süre sonra sadece erkeklerin çalıştığı bir devlet dairesine girmeyi başardı. Önceleri kendini aydın, okumuş sayan  bazı 'erkek'ler tarafından hor görüldü belki
ama kendini kabul ettirmesini bildi.


 Çocuklarını okuttu evlendirdi. Torunları oldu. Torunlarının çocukları. Çok şey yaşadı çok gördü, çok geçirdi.
Gençken beline uzanan siyah saçları bembeyaz oldu, kapkara gözlerini kırışıklıklar çevreledi.


Ama o gençlik aşkından hiç vazgeçmedi, sevdiğini beklemeye hiç ara vermedi.


bu şarkı da bu yazının kahramanı kahraman 'anane'me ve fotoğraflardan tanıdığımız dedeme gelsin...



24 Ocak 2012 Salı

'aşkta tecrübe olmaz'

'ah güzelim' dedi. 'Ne kadar da gençsin'. 
 
'Çattık' dedim. 6 saat neler anlatacak kim bilir? Böyle bir şanssızlığım vardır benim hep. Artık kendime bu yüzden 'teyze mıknatısı' diyorum. Ne zaman otobüse binsem yanıma mutlaka bir yaşlı teyze oturur. Kimi gelininden yakınır, kimi torununu tanıtır, kimiyse kolunun bacağının ağrısını anlatır durur.
 Evet yine bir yaşlı teyze seansı başladı diye düşünürken, içimden de sohbetin konusunu tahmin etmeye çalışıyordum.


  Şehirli bir görünüşü vardı. Üstü başı özenli, saçı başı derli toplu, hareketleri zarifti. Sanırım ağrı sızı muhabbetini eledim içimden. Çünkü ağrı sızı kilolu teyzelerin işiydi, hem de bu konunun muzdaripleri genelde bu sorunu hareketlerinden belli etmeye çalışır, tüm bedeniyle ağrısı sızısı olduğunu gösterirdi. Otururken oflar,kımıldarken poflardı. Hayır öyle değildi bu teyze. Hem teyze lafı da çok oturmuyordu üzerine daha çok xxx hanım teyze filan olurdu ondan.


  Her neyse dedim içimden kafayı yormaya hiç gerek yok, nasıl olsa yol uzun.


  Gözlerimi kırparak sessizce 'teşekkürler' dedim. Çok candan olmamaya çalıştım. Bu 'teyze mıknatıslığı'nın bana öğrettiği birşeydi. Ne kadar sıcak candan ve güler yüzlü olursanız muhabbet o kadar uzar, o kadar kaynaşmak zorunda kalır; iniş saatlerine doğru da kendinizi en son teyzenin torunuyla konuşurken bulabilirsiniz. Yaşlı insanları sevmeme rağmen, zor duruma düşmemek ve 'evet teyzeciğim mutlaka arayacağım' ya da 'evet mutlaka sizi ziyaret edeceğim' gibi yapmayacağım sözler vermek istemediğimden,  resmi olmaya çalışıyordum.


  Kulaklığımı taktım ama müzik dinlemek gibi bir niyetim yoktu aslında. Sadece kamuflajdı bir nevi. Dergimi çıkardım, sıkıcı uzun saatleri eğlenceye dönüştürmeye çalışıyordum.


 'Ahh gençlik' dedi tekrar. 'Ne kadar da hoş!!'. Bana döndürdü kafasını, önündeki ekrana bakmaktan vazgeçerek.


'Kaç yaşındasın sen?' 


'On dokuz' dedim ve mavi gözlerinin güzelliğini farkederek gülümsedim.


'Ne okuyorsun ole? Güldürü dergisi mi?' diye sordu.


' Aaa evet. Mizah dergisi. Eğlenceli oluyor yolculukta.'


'Ben gençken dedi -salata- vardı. Hiç kaçırmazdım. Beraber gülerdik kızlarla. Aferin tatlım sana, gülmeyi bilmek, gülmek istemek güzel şey'


  İçimden 'teyze' ye karşı olan önyargım kırılmaya başladı. Hatta ince bir merak uyandı diyebilirim.Mizah dergisi okuyan bi 'teyze'... İlginçti...
   
   Arka arkasına birbirimize sorular sorduk, cevapladık. Konuşması çok eğlendiriciydi. Espri yapmıyordu, komik olmaya uğraşmıyordu ama kelimeleri ince ince seçiyor, özenle yerleştiriyordu cümleye. Hani bir klişe vardı ya bardağın dolu boş tarafı diye, o dolu tarafını görüyor ve dahası o tarafı çok güzel tasvir ediyordu.


 Konu döndü dolaştı ve aşka geldi. 
  
'Konuştuğun var mı? nişanlı mısın?  sözlü müsün? demedi. 


'Ruhun eşini buldu mu peki?' diye sordu.


Anlattım sonra o 'bak' dedi, 'dikkat et';


'Yalnızlık kötüdür ama istila edilmek, harap düşürülmekten daha kötü değil.'


'İnsanlar türlü türlüdür yavrum, ama hiç biri iyi yada kötü değildir. Biz kendi iyimizi ararken, uyuşmayan her bireyi kötü diye lekeler, sevdiğimizeyse iyi deriz'.


'Ne istediğini iyi bil, geriye dönüp baktığında güzel anılarının içinde kötü lekeler olmasın'.
'Aman be yavrum boşver sen beni. Yaşlı bunaklara döndüm. Yaşa kızım yaşa. Ama unutma, 'aşkta tecrübe olmaz''.